Geçtiğimiz 10 yıla baktığımızda internetten sonra küreselleşmenin en önemli motoru konumunda bulunan havayolu sektörünün bir dizi menfi hadisenin etkisinde kaldığı görülür.
11 Eylül olayı, SARS, Irak’ın işgali, kuş gribi salgını, fırlayan petrol fiyatları ve nihayet son bir senedir göbeğinden geçmekte olduğumuz küresel mâli kriz.
Tüm bu hadiseler havayolu sektörünü, kendisini sürekli yenilemek ve dönüşmek zorunda bırakmıştır.
Kâr marjının bir hayli düşük seviyelerde seyrettiği sektör, ABD ve AB iç hat uçuşlarında, düşük kâr marjının yanı sıra sıkı bir de rekabetle tanışmıştır.
Son 10 yıl içerisinde uçuş maliyetleri %50 civarında artarken, ortalama bilet fiyatlarında sürekli gerilemeler yaşanmaktadır. Bu da şirketleri daha verimli çalışmaya sevk etmekte.
Önümüzdeki dönemde sektörde radikal değişikliklerin yaşanacağını tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok.
Özellikle küresel mâli krizin sona ermesinin ardından bu değişimin daha da hızlanacağı görülüyor.
Gelecek yıllara hazırlık olması amacıyla şirketlerin bu kriz dönemini bir fırsat bilerek yeniden yapılanma çalışmalarına hız vermesi şart.
Gulf Air’in 2003-2006 yılları arasında yürüttüğü “Project Falcon” bu tarz bir çalışma için güzel bir örnek teşkil ediyor.
Üç yıllık dönüşüm programı çerçevesinde; hizmet seviyesinin artırılması, marka ve pazarlama stratejisinin oluşturulması, call center, personel ve network planlama hususlarının elden geçirilmesi ve nihayet giderleri kısarak gelir ve verimlilik odaklı bir kurumsal yapıya geçilmesi yönünde uğraş verilmiş ve başarılı olunmuştur.
Geleceğe hazırlanmak isteyen havayolu yöneticilerinin bu ve benzeri projeleri iyice incelemesi gerekiyor.
Tabii böyle bir projenin ilk adımı olarak şirketin hangi iş modelini benimseyeceğine karar vermesi hayatî bir nokta.
“Ne iş olsa yaparım” mantığı, şirketin odağının bulanmasına ve hiç bir konuda başarıya ulaşılamamasına sebep olabilir.
İlla ki çok farklı konularda faaliyet gösterilecekse, Lufthansa örneğindeki gibi “gerçekten” bir birlerinden bağımsız şekilde faaliyet gösteren bir çok firma bir holding tarzı yapılanmanın içine dahil edilebilir.
Geleceğe dönük olarak göz önünde tutulması gereken iki nokta daha bulunuyor.
Bunlardan ilki, “açık semalar” anlaşması.
ABD ile AB arasında geçen sene devreye giren açık semalar konsepti, küresel mâli kriz sebebiyle tam manasıyla gümbürtüye gitti. Ama krizden başlarını kaldırır kaldırmaz şirketlerin, açık semaları sonuna kadar sömüreceklerinden emin olabilirsiniz. Londra – New York arasında başlayacak Lufthansa uçuşları kimseyi şaşırtmamalı.
İkinci husus, ABD – AB ve Asya Pasifik bölgeleri arasındaki aktarma noktasının neresi olacağı.
Bölge olarak bu noktanın Orta Doğu’da olacağı aşikâr. Ama şehir olarak neresi?
Dubai’nin yanı sıra Abu Dabi de yaptığı havaalanı yatırımlarıyla aktarma noktası olma konusunda adaylığını koymuş durumda.
Pek iyi, ya İstanbul?
Hâlâ 06-24 pistini yenilmekle uğraşan İstanbul bu konuda çok geri kaldı.
Ya acilen yeni ve büyük bir havaalanı inşa edilmeli ya da mevcut Atatürk Havaalanı’nın çevresinde bulunan Polis Okulu, Sanayi Sitesi, E-5 ve çevresi gibi bölgeler istimlâk edilerek havaalanına dahil edilmeli.
Aksi takdirde Türkiye bir kez daha fırsatı kaçıranlar trenine binmek zorunda kalacak.