Geçen hafta gündeme gelen konulardan bir tanesi, Avrupa Birliği’nin (AB) Sırbistan, Karadağ ve Makedonya’ya olan vize uygulamasını kaldırmasıydı.
Türkiye gibi neredeyse 60 yıldır AB’nin kapısında bulunan bir ülkeye olan vize uygulaması devam ederken, Türkiye’ye nispeten çok daha geri kalmış üç ülkeye birden vizenin kaldırılması Türk Dışişleri’nde haliyle tepkiyle karşılandı.
Bu çifte standardın sebeplerini burada irdeleyecek değilim.
Niyetim, havayolu sektörü açısından ileri dönük küçük bir projeksiyon yapmak, ‘uzgörü’de bulunmak.
Ya AB, Türk vatandaşlarına uyguladığı vize uygulamasını kaldırırsa; böylesi bir kararın özellikle de ticarî havayolu sektöründeki yansımaları ne olur acaba?
Bu sorunun cevabı, AB’nin bir yandan hızla genişleyip diğer taraftan da ABD benzeri bir federal devlet olma yolunda cesur adımlar attığı 1990′lı yıllarda gizli.
Birlik içerisinde yürürlüğe giren bir çok kanunla genel bir standart seviyesine ulaşılmaya çalışılırken; gümrüklerin tamamen sıfırlanması, üye devletler arasındaki sınırların tamamen kaldırılması, büyük ölçüde ortak para birimi Euro’ya geçilmesi gibi son derece kritik gelişmeler yaşanmıştı.
AB’nin bir federal devlet olma yönünde attığı adımlardan bir tanesi de ticarî havayolu sektörü ile ilgiliydi.
Üç aşamada gerçekleştirilen serbestleşme ile AB üyesi ülkelerin hava sahaları birleştirilerek deregüle edilmişti.
Yani AB içerisinde yapılacak uçuşlar, uluslararası olmak yerine bir “iç hat uçuşu” olarak kabul edilmeye başlanmıştı.
Bu durum 1944 Şikago Konvansiyonu’ndan miras kalan anti-rekabetçi, milliyet temeline dayalı mülkiyet sisteminin en azından AB içerisinde ortadan kalkması anlamını taşıyordu.
Böylece 1997 yılında üçüncü aşamanın da devreye girmesiyle tamamen serbestleşen AB hava sahası, yeni kurulmakta olan bir çok havayolu firmasına büyük fırsatlar sunmaya başlamıştı.
O tarihlerden yeni yeni kurulmaya başlayan veya daha önce kurulmuş olup henüz belli bir seviyenin üzerine çıkamamış bir çok havayolu şirketi, “düşük maliyetli taşıyıcı” (low-cost carrier) iş modelini benimsemişti.
Bu iş modelini uygulayarak ön plana çıkan iki havayolu, easyJet ve Ryanair, özellikle hakkında en çok konuşulan iki şirket olmuştu.
AB genişledikçe uçuş ağlarını hızla genişleten bu iki şirket ve diğer düşük maliyetli taşıyıcılar, AB üyesi ülkelerin bir birleriyle entegrasyonunda son derece önemli bir rol oynadılar.
Örneğin, Londra’da yaşayan bir İngiliz, hafta sonunda Londra’da harcayacağı kadar para harcayarak rahatlıkla Prag’a, Tallinn’e veya Riga’ya gidebilir hale gelmişti.
Benzer şekilde İngiltere, Almanya, İtalya, İspanya gibi ülkeler arasındaki uçuşlarda da büyük patlamalar yaşandı.
Bunun sonucunda AB üyesi ülkelerin vatandaşları arasındaki etkileşim artarak birlik içerisindeki entegrasyon süreci hızlanmış oldu.
Gelelim AB’nin Türk vatandaşlarına olan vize uygulamasının kaldırılmasına.
Böyle bir karar alınması durumunda, Türkiye, AB serbest hava sahası üyesi olmasa dahi, AB ile Türkiye arasındaki havayolu seyahatinde büyük bir patlama yaşanacağını ön görüyorum.
Bugün bir çok kişi vize almada yaşanan sıkıntılı sürece katlanmak istemediğinden AB’ye olan turistik gezilerden imtina ediyor.
Vizenin kaldırılması durumunda ise özellikle Türkiye’den AB içine olan turistik seyahatlerin artması kaçınılmaz.
İşte bu noktada, bir çok düşük maliyetli taşıyıcının AB ile Türkiye arasında yeni seferler başlatması veya mevcut seferlerinin frekansını artırması kuvvetle muhtemel.
Mesela öncelikle Prag, Tallinn, Riga gibi kentlerle İstanbul, İzmir, Ankara gibi kentlerin hava bağlantısının kurulması, buralardaki turistik trafiği hızla artıracaktır.
Ayrıca Türkiye’den İspanya, İtalya, Fransa gibi ülkelerin şu anda pek de uçulmayan noktaları arasında bir hava bağlantısı kurulursa, benzer bir trafik artışının buralarda da yaşanması kaçınılmaz olacaktır.
Önümüzdeki yıllarda muhtemelen gerçekleşecek olan bu stratejik değişim için şirketler şimdiden hazırlıklı olmalı.
İster düşük maliyetli, isterse network taşıyıcı olsunlar…