16 Kasım 2007 tarihinde, yani neredeyse iki buçuk sene önce yazdığım bir yazıda, havayolu şirketlerinin holdingleşme çabası içerisinde iyice bölündüklerini ve kısa süre öncesine kadar hiç akla gelmeyen birimlerin dahi şirketleştirilerek ayrı bir organizasyon yapısına doğru gidildiğini belirtmiştim.
O yazının ana konusu, havayolu şirketlerinin sahip oldukları sık uçan yolcu programlarıydı.
Bu programların sahip olduğu üye veri tabanı ve iş ortaklıkları, söz konusu sık uçan yolcu programlarının, bir parçası oldukları havayolu şirketleriyle aynı değere ve hatta daha fazlasına ulaşmasını sağlıyor.
Bu durumu paraya tevil eden ilk havayolu şirketi, bildiğim kadarıyla, Air Canada olmuştu.
2005 yılında sattıkları Aeroplan adlı sık uçan yolcu programının zaman içerisinde Air Canada ile aynı piyasa değerine ulaştığı söyleniyordu.
Centre For Aviation’daki bir haber, bu konuya yeniden değinmeme vesile oldu.
Aeroplan adlı şirket, Ekim – Aralık 2009 döneminde 19,7 milyon USD kâr etmiş.
Geçen senenin aynı döneminde ise 1 milyar USD zararı varmış. Bunun yanı sıra, işletme kârı yıllık bazda %38 oranında azalarak 62,7 milyon USD’ye düşmüş. Yıllık kâr ise 85,9 milyon USD. Geçen sene ise 928 milyon USD zarar varmış.
Her ne kadar zarardan kâra doğru geçmiş olsa da işletme kârındaki düşüş yatırımcıları pek memnun etmemiş.
Tabii bu noktada akla şu soru geliyor.
Bir havayolu şirketinin, kendisine ait olan yolcu sadakat programını satması ne kadar doğru? Ve bu işten kârı ne?
İlk anda böylesi bir satış sayesinde havayolu şirketinin kasasına nakit girişi olacağı muhakkak.
Pek iyi, ya sonrası?
Daimi müşteri tabanına tam manasıyla hâkim olamayan bir şirketin uzun vadede başarılı olması mümkün müdür?
İşte bu sorunun cevabını bulamadım.