Uçak ile seyahat eden yolculardan sık sık şöyle serzenişler duyulur:
“Yahu amma da acayip fiyatlarınız var! İstanbul’dan Antalya’ya 99 TL; aynı mesafedeki Üsküp’e ise 199 Euro. Bu ne biçim iş!“
Yolcular kendi açısından haklı.
Mesafe aynı, dolayısıyla sarf edilen akaryakıt da…pilot, hostes ve diğer personel giderleri de değişmediğine göre, ortada bir hesap hatası olmalı.
Gerçekten böyle mi acaba?
İçinde bulunduğumuz havayolu sektörü, ortalama rekabet seviyesine sahip ve normal piyasa şartlarına göre işliyor olsaydı, uçak bileti fiyatları çok büyük oranda “işletme maliyetleri + kâr oranı” formülüyle belirlenecekti.
Ama maalesef kazın ayağı öyle değil.
Herhangi iki nokta arasındaki bilet fiyatı o hatta ait maliyetlerden ziyade, söz konusu iki nokta arasında sefer yapan rakip havayolu şirketlerinin sayısına ve yolcu talebinin niteliğine (iş, tatil vs) göre tespit ediliyor.
Bu yüzden; daha kısa mesafeye sahip bir hattın biletleri, çok daha uzun olan bir hatta göre pahalı olabiliyor.
Yazıdan alıntıladığım “fiyat-metre” bu durumu harika bir biçimde gösteriyor.
326 millik Hartford – Washington DC bileti, 2.475 millik New York – Los Angeles biletinden daha pahalı olabiliyor.
Akıllara ziyan bir durum gerçekten.
Tabii bilenler bilir; bu işin kökü, American Airlines’ın efsanevî CEO’su Robert Crandall’ın 1977 yılında başlattığı uygulamaya dayanır.
American Airlines, kendisine ait bir CRS olan Sabre üzerinden başlattığı çalışma ile farklı kurallara sahip biletler için farklı fiyatlar (ücret sınıfları) ve advance purchase (Super Saver) uygulamalarına geçiş yapmıştı.
Bu işin tadını alan Crandall, 1980′lerde bu işi iyice geliştirdi ve adına “Yield Management” (Gelir Yönetimi) dedi.
Artık aynı uçakta onlarca farklı bilet fiyatı aynı anda satılır hale gelmişti. Talebin yoğunluğuna göre fiyatlar bir kaç tuşluk işlemle kolayca değiştirilebiliyordu.
Hülasa; gelir yönetimi işini havayolu şirketleri çok sevdi. Yolcular için ise aynı şeyi söylemek her zaman mümkün olmayabiliyor.
Özellikle rekabet seviyesinin düşük olduğu hatlarda…