Havayolu sektöründe gelecek yılların nasıl olacağı hakkında konuşulduğunda sohbet genelde, ses hızından bir kaç kat süratle yol alabilen, İstanbul ile New York arasını iki – üç saatte kat edebilen uçaklara gelir.
Bununla birlikte, havayolu şirketlerinin iş modellerinin 2020’li, 2030’lu yıllarda nasıl olacağı, en az süpersonik uçaklar kadar önemlidir.
Aslına bakılırsa, 1970’li yılların sonuna dek, dünya genelinde havayolu şirketleri arasında iş modelleri bakımından pek bir fark yoktu.
ABD’dekiler hariç tamamı devlet mülkiyetinde olan şirketler, ait oldukları ülkelerin dış siyaseti ve ekonomik gücüne paralel bir biçimde faaliyetlerine devam ediyordu.
1978 yılında ABD iç hatlarında gerçekleştirilen deregülasyon, sektör tarihinde tam manasıyla bir kırılma noktası haline geldi.
ABD’den dünyaya yayılan serbestleşme eğilimi, önce Avrupa’yı, daha sonra da Güneydoğu Asya, Güney Amerika ve Avustralya gibi bölgeleri etkisi altına aldı.
Bunun sonucunda, serbestleşme öncesinde yüksek koruma duvarları arasında rahatça operasyon yapan havayolu şirketleri, artan rekabet dozajı karşısında farklı bir çok aracı kullanma ihtiyacı hisseder hale geldi.
Uçuş sırasında yolculara sunulan ikram ve eğlence sistemi, koltuk konforu, uçakların teknik özellikleri, hub yani bir aktarma merkezi olarak kullanılan havalimanının coğrafî konumu, uçuş frekansı, uçulan nokta sayısı ve tabii ki fiyat, havayolu şirketleri arasındaki rekabetin önemli unsurları olarak ön plana çıktı.
Özellikle 2000’li yıllarda dünyanın dört bir yanında yaşanan düşük maliyetli taşıyıcı (low cost carrier) devrimi, havayolu sektörünü bambaşka bir noktaya taşıdı.
2010’lu yıllar ise, düşük maliyetli taşıyıcı iş modelinin yavaş yavaş doğal sınırlarına yaklaşmasına ve tam hizmet sunmakta olan klasik havayolu şirketlerinin (full service carriers, legacy airlines), iş modellerini dönüştürerek kendilerini keskin rekabet şartlarına uyumlu hale getirmelerine şahitlik etti.
Günümüzde Havayolu İş Modelleri Ne Durumda?
21. yüzyılın ilk 15 yılında yaşanan değişim, havayolu şirketlerinin iş modellerini, “düşük maliyetli taşıyıcı – tam hizmet sunan taşıyıcı” ayrımının çok ötesine taşıdı.
L.E.K. Consulting tarafından hazırlanan bir rapor, bu durumu son derece güzel bir biçimde gözler önüne seriyor.
Günümüzde havayolu şirketlerini, bir ucu “fiyat odaklı”, diğer ucu ise “deneyim odaklı” olmak üzere beş ayrı kategoride tasnif etmek mümkün:
1- Ultra Düşük Maliyetli Taşıyıcılar
AirAsia, Spirit Airlines, Norwegian gibi, tüm uçak seyahati hizmetini unbundle etmiş, yani parçalarına ayırmış olan şirketler. Bu gibi şirketler, el bagajına dahi ilave ücret talep etmekteler.
2- Düşük Maliyetli Taşıyıcılar
GOL, FlyDubai, Frontier gibi, standart düşük maliyetli taşıyıcı iş modelini takip edenler.
3- Hibrit (Melez) Düşük Maliyetli Taşıyıcılar
jetBlue, Virgin Australia, Azul gibi, düşük maliyetli iş modelini, yüksek hizmet kalitesi ile birleştirenler.
4- Tam Hizmet Sunan Taşıyıcılar
Bazıları, airberlin ve Alaska Airlines gibi düşük maliyetli taşıyıcı kökenli, diğer bazılar ise Aerlingus gibi bayrak taşıyıcı kökenli olan şirketler. Bu kategorideki şirketler genelde, hibrit düşük maliyetli iş modeline daha yakın bir pozisyonlama içerisinde bulunmaktadır.
5- Premium Tam Hizmet Sunan Taşıyıcılar
Türk Hava Yolları, Emirates, Lufthansa gibi, maksimum uçuş deneyiminin hedeflendiği ürün ve hizmetlere sahip havayolu şirketleri.
Fiyat Odaklı vs. Deneyim Odaklı
Eskinin kadim bayrak taşıyıcılarının, sektörde yaşanan değişime ayak uydurmasının o kadar da kolay olmadığını, geçtiğimiz 15 sene içerisinde iflas eden havayolu şirketleri düşünüldüğünde rahatlıkla söyleyebiliriz.
Çok uzun yılların birkimine dayanan kurumsal yapıları dönüştürerek zamanın ruhunu yakalamak, kâğıt üzerinde göründüğü kadar basit bir iş değil.
Kârlılık ve pazara arz edilen kapasite açılarından bakıldığında, fiyat odaklı yaklaşımla, deneyim odaklı yaklaşımın durumu daha net görülüyor.
Kârlılıkta lider konumda bulunan ultra düşük maliyetli taşıyıcılar, pazar paylarını da yıllar geçtikçe artırmaya devam ediyor.
Bununla birlikte, bu üç temel iş modeli arasında en sağlam görüntü çizenin, hibrit model olduğu söylenebilir. Bu iş modelini benimseyen havayolu şirketlerinin pazar payının, 2023 yılına gelindiğinde sektörün neredeyse üçte birine ulaşacağı tahmin ediliyor.
2020’li yıllarda özellikle uzun menzilli uçuşlarda, premium hizmet sunan havayolu şirketleriyle, hibrit modeli takip edenler arasında kıyasıya bir rekabetin yaşanması bekleniyor.
Kısa menzilde ise çekişme, ultra düşük maliyetli model ile, hibrit yapı arasında olacak.
Ama bu noktada şunun altını özellikle çizmek istiyoruz.
Özellikle Amerikalı bir çok havayolu şirketi, tek bir iş modeline takılıp kalmaktansa, uzun menzilli uçuşlar ve ABD iç hat pazarı için birbirinden ayrı yaklaşımlar geliştirmiş durumda.
Benzer stratejinin, dünyanın diğer bölgelerindeki premium hizmet sunan havayolu şirketleri tarafından da takip edilmesini bekliyoruz.
Uzun menzilde deneyim odaklı yaklaşımdan vazgeçmeden, kısa menzilde düşük maliyetli taşıyıcılarla mücadele etmenin yolu belki de buradan geçiyor.
Dolayısıyla, önümüzdeki yıllarda havayolu sektörünün, şimdiye nispeten çok daha renkli bir görünüme sahip olacağını tahmin ediyoruz.