Uzun bir aradan sonra merhaba.
Sizlere yakın zaman önce yaptığımız ve THY’nin 07:50 AHL kalkışlı seferi ile başlayan Riga seyahatimizden bahsetmek istiyorum.
Sabahın erken saatlerinde olmamıza rağmen Atatürk Havalimanı’nın Dış Hatlar THY kontuarları oldukça yoğundu; ancak check-in sırası hızlı ilerledi.
Uçağımız da yoğun trafik nedeniyle yaklaşık 45 dakika gecikmeyle havalandı. Letonya’nın başkenti Riga’ya uçuş tam 2 saat 30 dakika sürüyor.
Gidişte Boeing 737-800 uçağımız oldukça yeni görünümlüydü ve her koltukta son teknoloji multimedya ekranı bulunmaktaydı.
Riga’ya vardığımızda bu kadar bekletileceğimizi doğrusu hiç düşünmemiştim. Pasaport polisleri bizim uçaktaki yolculara özel bir hassasiyet gösterdiler ve Rus vatandaşlarından parmak izi dahi aldılar.
Bu uygulamayı daha önce görmemiştim, biyometrik verileri eşleştirme amaçlı da olabilir, aralarındaki bazı dış politika ihtilaflarından kaynaklanıyor da olabilir, fazla da üzerinde durmadım.
Havalimanı oldukça modern gözüküyordu, pek küçük sayılmazdı, bunu özellikle gidişte daha iyi anladım, oraya sonra geleceğim.
Riga yaklaşık 700 bin nüfuslu küçük bir başkent. Prag’ı, Bratislava’yı ya da Krakow’u andıran tipik bir Orta veya Doğu Avrupa şehri diyebiliriz. Adını daha önce duymadığım ancak oldukça görkemli gözüken Daugava nehri bir çok yapay ve doğal kola sahip ve genel olarak şehir merkezini ikiye bölüyor. “Old town” denilen turistik eski şehir merkezi cafe ve souvenir mağazalarından oluşan ferah birkaç meydana ve dar sokaklardan oluşan şirin bir yapıya sahip.
Bunun dışında da Rusların ağırlıklı olarak yaşadığı, geniş bulvarlı bir semt daha var ve ayrıca Eisenstein adlı bir mimarın imzasını attığı çok sayıda “art nouveau” tarzı binaların oluşturduğu mahallelerde de çok sayıda turistik cazibe merkezi mevcut. Hizmet standartları oldukça düşük, otellerde görevli sayısı çok az, lokantalarda ve dükkanlarda da uzun bekleme sürelerine ve aksiliklere hazırlıklı olmakta fayda var.
İngilizce konuşuluyor gibi gözükse de sıkıntılı durumlarda konuştuğunuz kritik çoğu kelimeyi ya anlamıyor ya da işlerine geldiği gibi anlıyorlar. Bu sorunları yaşamamak adına self-service tarzı restoranları öneririm; bunlarda bile yemek ve içecek için sıkışık ortamda ayrı ayrı kuyruklara girmeniz gerekiyor ki yalnız gezginler için ciddi sıkıntılar yaşanabilir.
Merkezde “Kalku iela” adlı cadde üstünde hızlıca dolaşabilirsiniz ancak burada böyle çok da turist gibi davranmanızı ve mekanlarda fazlaca vakit geçirmenizi önermem. Ünlü bir fast food zinciri de dahil olmak üzere civardaki mekanlarda özellikle yalnız erkekleri dolandırma amaçlı hareket eden ve bir kaç kadından oluşan çok sayıda organize çete mevcut. Cazibelerine aldanan erkekleri götürdükleri mekanda çok yüksek faturalarla karşılaşılıyormuş, sanırım bu durumun aynısı Budapeşte’deki bir caddede de vardı.
Riga genel olarak Budapeşte, Bratislava, Viyana gibi yol üzeri bir başkent değil, diğer turistik başkentlere günübirlik gidilemeyecek kadar uzak mesafelere sahip.
Ancak ülke sınırları içerisinde yakınlarda gidilebilecek birkaç yer mevcut; bunlardan ilki Jurmala adlı sahil beldesi. Letonya vatandaşı Rus kökenlerin veya Rusya vatandaşlarının çoğunlukla tercih ettiği ve lüks konutlardan oluşan birbirlerine paralel ana caddeleri ve hemen arkalarında uzun bir kumsal ve Baltık denizi en azından o coğrafyada iyi bir alternatif sunuyor. Açıkçası Baltık kıyısını pek beğenmedim, durgun ve kirli gözüküyor, belki de hava şartları nedeniyle o gün bana öyle gelmiştir.
Diğer günübirlik seçenekler arasında Sigulda ve Turaida adlı iki belde var; bunlarda da meraklısı için çok sayıda kale, şato ve kilise ziyarete açık, giriş ücretleri de genelde 2-3 euro civarında. Doğaya ve doğa sporlarına meraklı olanlar için de çok sayıda alternatif bahar ve yaz aylarında hizmete sunuluyormuş, zira ülkenin üçte ikilik kısmı orman, zaten Letonya’nın birinci ihracat kalemini de orman ürünleri oluşturuyormuş.
Şehir merkezinde kalmak isteyenler cüz’i ücretlerle bir saat civarında süren tekne turlarına katılabilirler. Bizdeki dolmuşlara benzer minibüslerle de şehri gezmek veya bir yerlere gitmek mümkün. Ancak açıkçası ben bunlara binmedim. Taksi ücretleri araçların kapısında yazıyor; genelde ilk açılış 2 euro ve sonrasında km başına 0,70 euro civarında, yakın mesafeler için ayrı bir fiyatlama var mı bilmiyorum.
Ayrıca otobüs, tren ve tramvay gibi ulaşım seçenekleri de var, ancak metro istasyonu göremedim, tahmin ediyorum herhangi bir metro ağı mevcut değil.
Son olarak toplam beş adet hangarda ve her biri ayrı birer konseptte olan müthiş kapalı pazarından da bahsetmeden geçemeyeceğim.
Orta ve Doğu Avrupa’da sebze, meyve, balık, et vs. yiyecek ürünleri hep birlikte olduğu en bol çeşit burada yer alıyor olabilir. Ayrıca sanırım Pazar gününe özel olarak ayrıca açık meyve-sebze ve çiçek pazarı da bulunmaktaydı. Kesinlikle Türkiye’nin bolluğunu aratmayan bir manzaraydı.
Dönüş yolculuğumuz için tekrar aynı havalimanına geldik. Terminal girişinde herhangi bir güvenlik kontrolü yok.
Bir business ve iki de economy sınıfından oluşan check-in kontuarları THY için çok yetersiz; tek bir uçak için bile hemen uzun kuyruklar oluştu.
Dışarıdan küçük gibi duran havalimanında duty-free bölgesinin oldukça geniş ve kapıya kadar da çok sayıda alışveriş seçeneği barındırdığını gördüm.
Dönüşümüzde de yine THY ile 18:45’te herhangi bir gecikme olmaksızın havalandık.
Uçağımız bu defa sanıyorum Airbus A320 modeliydi ve koltuklarda herhangi bir eğlence sistemi yoktu.
Sorunsuz bir uçuşun ardından Atatürk Havalimanı için mucize sayılabilecek şekilde zamanında iniş yaptık.
Körüğe yanaşmadığımız için bindiğimiz apron otobüsü bize adeta bir havaalanı turu yaptırarak kapıya götürdü.
Bu arada “Atatürk Havalimanı’nı Büyütüyoruz” temalı inşaat çalışmalarına rastladım ve şaşırdım. Herhalde bir iki yıl sonra kapanacağı iddia edilen bir yer için bu faaliyetler bir anlam ifade ediyordur.
Bir sonraki yazımızda görüşmek üzere…