Günümüzdeki uluslararası sivil havacılık uygulamalarının bir çoğu temel olarak, 1944 yılında Chicago’da yapılan konferansa dayanmaktadır.
1 Kasım 1944 tarihinde başlayan ve 7 Aralık 1944’te 52 devletin imzalamasının ardından süreç yavaş da olsa ilerlemiş ve söz konusu anlaşma, 4 Nisan 1947 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Chicago Konferansı’da iki önemli konuda temel adım atılmıştı.
Askerî şartlar izin verir vermez sivil hava taşımacılığına yeniden başlanacak ve savaş sonrasında düzenli ve sağlıklı bir uluslararası hava taşımacılığı sisteminin geliştirilmesine çaba harcanacaktı.
Aynı zamanda ICAO‘nun da kuruluşunu simgeleyen 4 Nisan 1947 tarihi, uluslararası sivil hava taşımacılığına ilişkin kuralların da belirlenmesi anlamına gelmektedir.
Anlaşmanın getirdiği bir çok fayda olmakla birlikte, Havayolu 101 olarak “milliyet temelli mülkiyet sorunsalı” olarak adlandırdığımız mesele de, bu anlaşmaya dayanır.
Her bir havayolu şirketinin, ayrı bir ulus devlete ait olacağı mantığından yola çıkan bu anlayışa göre, devletler arasında imzalanacak yatay havacılık anlaşmaları, o devlete ait olan havayolu şirketlerini kapsamaktaydı.
Bu durum çok yakın bir tarihe kadar bir çok ülkede sadece bir veya bir kaç havayolu şirketinin var olmasına ve sektördeki uluslararası rekabetin son derece düşük seviyelerde kalmasına yol açtı.
1980’li yıllarda ABD ve Avrupa Birliği (AB) bünyesinde esen özelleştirme ve serbestleştirme rüzgârları, Chicago Konvansiyonu temelli milliyet/mülkiyet kavramının esnemesine yol açtı.
Yine de günümüzde, mesela, Türk Hava Yolları’nın (THY) Almanya’da tescil edilmiş bir havayolu şirketine ait hisselerin yarısından fazlasını alması mümkün olmuyor.
Daha doğru bir ifadeyle; THY’nin bir satın alma işlemi yapması mümkün ancak satın alınan şirket “Alman” olma özelliğini kaybederek bir “Türk” havayolu şirketi haline dönüşüyor ve “Alman” şirketi olma statüsü sayesinde elinde tuttuğu tüm uçuş haklarını kaybetme riski doğuyor.
Air France KLM, IAG (British Airways + Iberia + Vueling), Lufthansa Group gibi şirket birleşmesi örneklerinde, yukarıda bahsettiğimiz uluslararası hakların kaybedilmemesi için farklı yöntemler uygulanmıştı.
Açık Semalar Anlaşmasının, Japonya – Tayvan Pazarına Katkısı
Havayolu sektöründe, Chicago Konvansiyonu’ndan günümüze dek geçen yıllar içerisinde mülkiyet sorunu tam manasıyla çözülemese de, açık semalar (open skies) adı verilen devletlerarası anlaşmalarla, en azından pazara sunulan arz noktasında serbestlik getirilmiş durumda.
ABD ile AB arasında 2008 yılı yaz tarifesi ile birlikte yürürlüğe giren anlaşma, yakın geçmişte yapılan en kapsamlı açık semalar anlaşmasıydı.
10 Kasım 2011 tarihinde Japonya ile Tayvan arasında imzalanan açık semalar anlaşması da yine yakın dönemin en önemlilerinden.
Geçtiğimiz ay sonunda başlayan 2015 yaz tarifesi, taraflar arasındaki anlaşmanın dördüncü dönemi.
OAG tarafından anlaşma öncesi ve sonrasına ilişkin olarak yapılan mukayesede, çarpıcı sonuçlar yer alıyor.
2012 ve 2015 yıllarının yaz tarifesine göre Japonya ile Tayvan arasındaki uçuşlar %38, arz edilen koltuk sayısı ise %30 oranında artmış durumda.
Söz konusu dönemde Peach, AirAsia Japan, Scoot ve Tigerair Asia gibi düşük maliyetli taşıyıcılar pazara giriş yaparken, United Airlines ve Vietnam Airlines, Japonya – Tayvan hatlarını kapattılar.
Pazarda faaliyet gösteren tarifeli havayolu şirketi sayısı 12’den 13’e yükselirken, anlaşmanın yürürlüğe girdiği ilk yılın ardından, hizmet verilen hat sayısı %50 gibi önemli bir artış kaydetti.
Ve buna, içerisinde bulunduğumuz 2015 yaz tarifesinde beş yeni hat daha eklenerek, toplam sayı 27’ye yükseldi.
Tokyo Narita (NRT) – Taipei (TPE) hattı, tahmin edileceği üzere bu pazarın lideri konumunda.
2012 – 2015 döneminde Narita ile Taipei arasındaki uçuş sayısı %43 oranında artarken, bu hattın toplam pazardaki payı %23 seviyesinde gerçekleşti.
İkinci sıradaki Osaka (KIX) – Taipei (TPE) arasındaki uçuş sayısı ise %48 oranında artarken, bu hattın pazar payı %21’e yükseldi.
Neticede, Japonya ile Tayvan arasındaki açık semalar anlaşması devreye girdiğinde, özellikle Tokyo Narita ile Taipei arasındaki pazarın doyuma ulaştığını savunanların yanıldığını ve sağlanan serbestliğin, yolculara büyük fayda getirdiği görülüyor.