Türkiye sivil havacılık tarihi denildiğinde akla gelen ilk isim olan Kıvanç Hürtürk, bundan yaklaşık 30 sene önceki bir anısını bizlerle paylaştı.
Hürtürk tarafından hazırlanan Türkiye’de Ticarî Havacılık Tarihi II (1967-1993) adlı kitabın 199 ve 200. sayfalarında ayrıntılı bir biçimde yer alan bu olay, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık hizmetine özel bir uçak alınmasıyla ilgili.
İşte Kıvanç Hürtürk’ün kaleminden, bir “Turkish Air Force One” hikâyesi…
Turkish Air Force One
Yıl 1985.
Bir taraftan seyahat işleri yaparken diğer taraftan da Türkiye’de yeni başlayan özel sektör havacılık kuruluşlarına ufak çapta danışmanlık yapıyorduk.
Sahibi olduğum New York merkezli firmamızın, Yönetim Kurulu Başkanı Dr. İsmet Karacan, Houston’da Baylor Tıp merkezinin Uyku bilim ve araştırması bölümünün başkanı olup son derece değerli bir doktordu.
Karacan ayrıca, o sıralarda Turgut Özal’ın da doktorluğunu yapmaktaydı.
Satış ve pazarlama müdürümüz, eşim Nebahat Hürtürk, yıllarca THY rezervasyon, bilet satış ve check in bölümlerinde çalışmış, satış konusunda son derece deneyimli bir kişiydi.
İşletme Müdürümüz Peter Black, emekli Gulfstream pilotu ve profesyonel hava fotoğrafçısıydı. Hepimizin içinde, işten ayrı, büyük bir havacılık sevgisi vardı.
Ana pazarımız Türkiye idi. Pan American’ın bir süre önce dünya turu uçuşlarını durdurmasından sonra Amerika ile Türkiye arasında direkt uçuş kalmamış, tüm pazar kıran kırana rekabet eden başta KLM olmak üzere, Sabena, Lufthansa, Air France, Yugoslav ve Pakistan havayollarının elinde kalmıştı.
Daha pahalı olmasına karşın Swissair de piyasadan payını almaktaydı.
Haftada yaklaşık 35’in üzerinde aktarmalı sefer olmasına karşın özellikle yaz aylarında yer bulma sıkıntısı çekilmekteydi.
Yolcular, Avrupa meydanlarında yapılan uzun beklemeli aktarmalardan sürekli şikayet etmekteydi ancak başka seçenek yoktu. Yıllardır Türkiye’ye sattığımız trafiğin çok detaylı istatistiklerini tutmuştuk.
Bunlara çalıştığımız havayolları temsilcilerimizden aldığımız bilgileri ekleyince Amerika ile Türkiye arasındaki yolcu trafiği hakkında bir fikir sahibi olmuştuk. Haftada üç gün, yıl boyu karlı bir işletme yapılabilirdi. Yaz aylarında günlük kapasite bile çıkabilirdi.
Ancak bu pazarı alabilmek için bazı şartlar vardı: Diğer havayolları ile rekabet edecek fiyatlarda, New York ile İstanbul arasında aktarmasız ve duraksız uçabilecek uçakların kullanılması.
Bir taraftan piyasada bulunan kiralık veya satılık (ikinci el) tüm uzun menzil uçaklarının araştırmasını yaparken diğer taraftan da charter işletmeciliğine girmekle, THY’ni Amerika’ya getirebilmek arasında karar vermeye çalışıyorduk. Önceki yıllarda THY’nin çeşitli yüksek kademelerine gönderdiğimiz yazılar yanıtsız kalmış, acenteliğini alma girişimlerimizden bir sonuç çıkmamıştı.
Bu konuda yaptığımız bir toplantıda, Dr. Karacan “bu iş THY’ye yazı göndermekle olmaz, direkt Başbakan Özal ile konuşalım” dedi. Kısa bir süre sessizlikten sonra, “Siz detaylı bir rapor hazırlayın, ben yakında Türkiye’ye gideceğim, ve kendisini göreceğim, konuşurum” dedi. Karar verilmişti. Bir ön rapor hazırlamak üzere sıkı bir çalışmaya girdik.
Bir gün sabah ofise geldiğimde Peter Black, bir kişi ile beni odamda bekliyordu. Bu kişi TWA’in uçak satış müdürü Larry Morrison’dan başkası değildi. Ellerinde bulunan her biri beş yaşında olup, yeni sayılabilecek iki adet Boeing 747SP-31, N57202 (fabrika no: 21962/439) ve N5703 (21963/441), büyük bakımdan yeni çıkmış derhal teslime hazırdı.
747SP, İstanbul – New York uçuşu için mükemmel bir uçaktı. Ayrıca THY, çok kısa süre içerisinde Malezya seferlerini açmayı düşünüyordu, Singapur planlardaydı ve Başbakan Özal o sıralarda Çin’deydi. Çin ile karşılıklı uçuşlar için bir sivil havacılık anlaşması imzalanması bekleniyordu. THY, dünyaya açılma hazırlıklarındaydı ve 747SP bu olanağı sağlayabilecek bir uçaktı. Hemen bir teklif istedik.
Dr Karacan, hazırladığımız ön raporu iki kopya olarak Temmuz başında Türkiye’ye götürdü. Bu arada turizm işlerimizde bizi Türkiye’de temsil eden Entaş Turizmin bağlı olduğu ENKA Gurubunun sahibi Şarık Tara ile de görüşecekti. Özal ile Şarık Tara iyi tanışıyorlardı.
Böylece, bürokrasiye takılmadan Başbakan Özal ile direk temas etme olanağımız olacaktı. Şarık Tara ile anlaşma yapılmış, Enka Holding Yatırım A.Ş.’nin İcra Komitesi Başkan Yardımcısı Temiz Üstün bu konuda görevlendirilmişti. Dr. Karacan, Başbakan Özal ile konuyu görüşmüş ve kendisine raporumuzu vermişti. Ayrıca bazı meclis üyeleriyle de görüşmüş, olumlu tepkiler almıştı. Özal ile yaptığı bir Ankara – İstanbul uçuşu sırasında uçakta bulunan Genel Müdür Yılmaz Oral’a da raporumuzun bir kopyasını vermişti.
Dr. Karacan’ın getirdiği haberler ümit vericiydi. Özal ön raporu incelemiş, bizden uçak seçenekleriyle, detaylı bir fizibilite raporu hazırlamamızı istemişti. Ayrıca çok yakında sağlık kontrolünden geçmek için Houston’a gelecek ve bir süre kalacaktı. Benimle tanışmak ve bu konuyu görüşmek istiyordu.
Temmuz sonunda detaylı fizibilite raporumuz hazırdı. Temel olarak Lockheed L-1011, Boeing 747-100, Boeing 747-200 ve Boeing 747SP olmak üzere dört uçak tipinde odaklanmıştık. Ön raporumuzda dahil ettiğimiz McDonnel Douglas DC-10-30’u çıkarmıştık, çünkü Özal, DC-10 uçakları ile kesinlikle ilgilenmeyeceklerini açıkça belirtmişti. Raporun bir kopyasını, Temiz Üstün kanalıyla elden Başbakan Özal’a gönderirken diğer bir kopyasını da, Dr. Karacan’ın imzasını taşıyan ve işin acilliğini açıklayan, 29 Temmuz tarihli bir mektupla Yılmaz Oral’a gönderdik.
Özal, 16 Ağustos günü Frankfurt’tan aktarmalı olarak Lufthansa ile Houston’a geldi. Dr. Karacan’ın bakımında iki hafta kalacaktı. Ben New York’ta hazır bekliyordum. Nihayet 25 Ağustos günü Dr. Karacan aradı ve Özal’ın 27 Ağustos sabahı otelinde beni kabul edeceğini bildirdi.
O gün sabah ilk uçakla Houston’a gittim. Sabah saat 9’da kaldığı Marriott Oteli’nin önündeydim. Resmi bir ziyaret olmamasına karşın otel Amerikan gizli servis görevlileri ile doluydu. Resepsiyona kimliğimi vererek Başbakan Özal ile randevum olduğunu söyledim. Görevli “Bir dakika lütfen” diyerek içeri gitti. Lobide bir sürü gazeteci gözüme çarpmıştı. Az sonra sivil iki kişi, biri Amerikalı gizli servis görevlisi, diğeri Türk koruma görevlisi gelerek beni Özal’ın kaldığı kata çıkardılar. Dairesinin önüne geldiğimizde Türk görevli “Lütfen bekleyin” diyerek içeri girdi.
Az sonra kapıyı açıp “Buyrun Kıvanç Bey, Başbakanımız sizi bekliyor” dedi. Dairenin oturma odasına girdiğimde, Özal ve Semra hanım odanın ortasında ayakta duruyorlardı. Özal’ın bir pijama pantolonu ile üzerinde bir atlet ve ayağında da terlikleri vardı. Semra Hanım hafif, günlük kıyafetleydi. Bir taraftan şaşırmış, bir taraftan da rahatlamıştım. Resmiyetten uzak, ılık bir ev ortamı vardı. Dikkatimi çeken diğer bir nokta da ortadaki sehpanın üzerinde, hazırladığımız ve kendisine gönderdiğimiz rapor dosyası duruyordu. Çok hoşuma gitmişti, değer vermişti ki, raporu buralara kadar taşımıştı.
Oturduktan sonra önce benim kim olduğuma bu konulara nasıl girdiğime dair ve ailemle ilgili soru yağmuruna tuttu. Bir taraftan son derece ciddi konuşurken, araya espriler sokuyordu. Bir süre sonra, sehpanın üzerindeki raporu eline alarak, “gelelim konuya” dedi. Sürekli soruyor, elimden geldiğince yanıtlıyordum. Görüşmemiz iki saat kadar sürmüştü.
Çaylarımızı yudumlarken, konuşmalar güncel konulara dönüşmüştü. Bir ara, “biz buraya Lufthansa’nın 747’si ile geldik. First Class’taydık. Uçakta Türkiye’nin Başbakanı olduğumu öğrenen yolcular hem şaşırdı hem de gülüştüler” dedi.
Sanki bu fırsatı bekliyordum. “Sayın Başbakanım, bu konu benim kafamı uzun zamandır kurcalamaktadır. Tüm liderlerimizin dış ülkelere yaptığı seyahatlerin listesini tutmaktayım. Ya yabancı havayolları ile uçmuşlar ya da THY’den özel kiralanan uçakları kullanmışlardır. Bir ülke liderinin yabancı havayolları ile uçması hem güvenlik açısından sakıncalı, hem de uygun değil. THY ile uçtukları zamanda, bir haftalık bir uçuş için bir uçak üç hafta seferlerden alınmaktadır.
Bu da, hem maddi yönden hem de zaten uçak sıkıntısı olan THY’ye yük olmaktadır” dedim.
“Peki, ne tavsiye edersin?” dedi.
“Benim idealim Türkiye’de de, başta Amerika’da olmak üzere diğer bir çok ülkede olduğu gibi ‘Air Force One’” dedim. Tebessüm ederek yüzüme baktı, “ne zaman dönüyorsun?” dedi. “Bu akşamüzeri” dedim. “Bizim bu konuda bazı çalışmalarımız var. Yarına kal, biz Gulfstream ile bir deneme uçuşu yapacağız, senide yanıma almak isterim” dedi. “Memnuniyetle kalırım” dedim. “Sana bu otel de bir oda ayırtalım” dedi.
Odama geldiğimde, nasıl hazırlanacağımı düşünürken aklıma Ed Freeland geldı. İyi tanıdığım Ed, VIP ve devlet başkanlık uçaklarına kabin tasarımları yapan AiResearch Aviation firmasının patronlarındandı ve daha önce bir VIP uçağı üzerinde beraber çalışmıştık. Ofiste Peter Black’ı aradım, derhal Ed’i aramasını ve acil olarak ertesi sabah elimizde olacak şekilde Dr. Karacan adresine, Gulfstream 3 ve yeni piyasaya çıkacak olan Gulfstream 4 için devlet başkanlarına uygun düzende, ellerinde hazır olan kabin tasarım planları göndermesini istedim.
28 Ağustos sabahı planlar elimdeydi. Öğlene doğru bir limuzin konvoyu ile Houston’un Hobby Havaalanı’na gittik. Gulfstream firmasının uçuş için ayırdığı bir Gulfstream 3 (N301GA, fabrika no: 402) hazır bekliyordu. Uçakta, pilotlar dışında, iki Gulfstream yetkilisi, Özal, Semra Hanım ve ben olmak üzere kısa süre sonra havalandık. Gulfstream yetkilileri, yer olmaması nedeniyle gazetecileri uçağa almamışlardı. Gerçekte, bu karar Özal’ın isteği üzerine alınmıştı. Oklahoma ve Kansas semalarında yaptığımız uçuş iki saat kadar sürdü. Gulfstream yetkilileri sürekli uçak hakkında bilgiler veriyordu. Ben de notlar alıyordum. O zamanlar daha ticari uçaklarda görülmeyen, uçağın uçuş rotasını gösteren geniş ekran televizyon ve koltuk kaplamaları Semra Hanım’ın çok hoşuna gitmişti.
“Turgut, eğer bir uçak alınacaksa bunu alalım, çok sevdim” dedi.
Özal, bir ara uçağın telefonundan Hobby Havalimanı’nı arayarak gazetecilerle görüştü. Sonra, bana, ne düşündüğümü sordu.
Gulfstream’in kalitesi ve bir iş uçağı olarak mükemmelliği inkar edilemezdi ancak çok pahalıydı ve bir ülke lideri için, özellikle kendisinin son zamanlarda yaptığı resmi gezileri, bir çok gazeteci ve iş adamı ile yaptığını söyleyerek, “çok küçük” dedim. Bu uçak alınsa dahi yurt dışı gezilerinde THY uçaklarının kullanılması gerekeceğini söyledim, başını salladı. Kendisine elimdeki planları takdim ettim ve bazı açıklamalarda bulundum. Daha Gulfstrem yetkililerinde dahi olmayan planları görünce çok etkilenmişti. Dikkatle inceledi.
“Bana 8 kişilik, iki tuvaletli, 10 kişilik, iki tuvaletli ve 19 kişilik tek tuvaletli planlar hazırlatabilir misin?” dedi. “Memnuniyetle” dedim. Türkçe olarak yaptığımız konuşmalarımızın ve ellerimizdeki planların, Gulfstream’cilerin fazla dikkatini çekmemesi için kısa kestik. Dönüşte gazetecilerin sorularını yanıtlayan Özal, uçağı çok beğendiğini, çok sessiz ve sarsıntısız olduğunu söylüyordu.
O akşam Dr. Karacan, evinde Özal’ın şerefine, tüm baş konsolosluk yetkililerinin ve Amerika’daki Türk iş adamlarının da davetli olduğu bir yemek veriyordu. Otele döndüğümüzde elimi sıkarken “akşam yemekte görüşelim” dedi, ayrıldık.
Günün geri kalan kısmını, odamda notlar alarak, hazırlık yaparak geçirdim. Kafamda ki uçak, o sıralarda devlet başkanları tarafından en çok tutulan Boeing 707’den başkası değildi. Yine Peter’i aradım ve bana en kısa zamanda Ed Freeland’dan bir randevu almasını istedim.
Yemek, bir parti havasında geçiyordu. Bir ara bahçede ki koltuklarda oturarak konuşma fırsatı bulduk. Kendisine 707 fikrimi açıkladım, O sıralarda Amerika Başkanı Reagan’ın dahi 707 kullandığını söyledim. İlgilenmişti. “Bana 707 için detaylı bir rapor hazırla ama Gulfstream planlarını da istiyorum” dedi.
New York’a döndükten sonra yoğun bir çalışmaya girdik. Lerry Morrison’un daveti üzerine 6 Eylül günü TWA’in bakım merkezi olan Kansas City’e gittik. Yeni bakım yapılmış 747SP’ler, çok temiz, fabrikadan yeni çıkmış görünümündeydi. Uçakları inceledik, bakım tesislerini gezdik ve SP yedek parça stoklarını gördük. Eğer THY bu uçakları alırsa yıllarca yedek parça sıkıntısı çekmeyecekti ve TWA gereken tüm desteği vermeye hazırdı.
Dönüşümüzde, Yılmaz Oral’ın mektubuyla karşılaştık. Dr. Karacan’ın mektubuna ve THY’na gösterdiğimiz ilgiye teşekkür ediyor, “Şu sıralarda filomuzu değerlendirme ve içinde uzun menzil uçakların ve Türkiye ile Amerika arasında uçuş projelerinin bulunduğu beş yıllık plan üzerinde çalışmaktayız. Takdir edersiniz ki bu değerlendirme ve planların tamamlanmasına kadar beklemek durumundayız. İleride birlikte çalışmak ümidiyle, saygılarımı sunarım” diyordu. Çok geçmeden, içinde “Genel Satış Acentesi” başvuru formu bulunan ve Acenteler Müdürü İbrahim Büyükyüksel ile Pazarlama Müdürü Erdem Aykanat imzasını taşıyan bir mektup daha aldık. Bizi Genel satış Acenteliği formunu doldurmaya davet ediyorlardı…
Bu tarihten sonra ben “Turkish Government One” olarak kodlandırdığımız projenin üzerine ağırlık verdim. Ed ile görüşmelerimizden sonra, 52 ve 94 kişilik 707 VIP kabin tasarım planları ayın 11’inde elimizdeydi. Planlarda o zamanların teknolojisine göre tüm gelişmeler vardı. Uçak, bir özel yatak odası, özel çalışma odası, toplantı salonu, haberleşme istasyonu, koruma görevlileri için bölüm, gereğinde yapılabilecek bir ameliyat için tüm gereçleri içeriyordu. Bir acil durumda, yedek yakıt tankları ve kendi güç kaynakları ile hiç bir yer hizmetine gerek kalmaksızın en kısa zamanda dost bir ülkenin meydanına uçabilecek kapasitede olacaktı.
Uygun, az kullanılmış, üzerinde az uçuş saati bulunan 707’leri bulduk. Fiyatları 3 ile 5 milyon dolar arasında değişiyordu. Uçak alındıktan sonra Boeing tesislerine gönderilecek ve sıfırlanacaktı. Bu da yaklaşık 4 milyon dolara mal olacaktı. AiResearch’ten aldığımız tekliflerde tüm kabin tasarımı, seçilen tasarıma göre 3 ile 4 milyon dolara çıkacaktı. Motorlarına da ses azaltması için yaklaşık bir milyon dolar değerinde “Hush Kit” takılacaktı. Toplam maliyet 13-14 milyon dolar olacaktı. Gulfstream’dan çok daha ucuzdu ve çok daha kullanışlıydı. Ayrıca çok uygun şartlarla kredi olanakları da bulmuş, kredi ve finansman şirketi MSI ile anlaşmalarımızı yapmıştık.
Bu sıralarda, Washington’da Smithsonian Enstitüsüne bağlı Ulusal Havacılık ve Uzay Müzesinde (Smithsonian Institution, National Air & Space Museum – NASM) Türk Havacılık tarihi üzerine bir çalışma yapmak ve bir kitap hazırlamak üzere “Verville Fellowship”liğini kazanmıştım. Washington’da da bir ev açmıştım. Haftalarımın yarısı New York’ta yarısı Washington’da geçiyor, sürekli Houston’a gidip geliyordum. Son derece yoğundum, günlerim 24 saate sığmıyordu.
19 Eylül günü Washington’dan Houston’a uçtum. Türkiye’den gelen Şarık Tara ve Temiz Üstün ve Dr. Karacan, eşim Nebahat, Peter Black, Larry Morrison (TWA), ve Ed Freeland (AiResearch) ile toplantı yaparak hem THY ve hemde “Turkish Government One” projeleri için son görüşmelerimizi yaptık. 747SP’ler ve bulduğumuz 707’ler, Türk yetkililerin incelemesine hazırdı. Raporumuzun bir kopyasını Şarık Tara, Başbakan Özal’a elden vermek üzere Türkiye’ye götürdü.
Bu arada Enka’dan aldığımız bir habere göre Ekim ortalarına doğru Nedim Sülyak’ın sahibi olduğu NESU firması tarafından İstanbul’a getirilen bir Learjet 55 de Başbakan Özal ve basına tanıtım uçuşları yapmıştı. Rakipler artıyordu.
18 Ekim’de Özal tekrar Houston’a geldi. Ertesi gün, Proje üzerine, Özal’ın Doktoru Cengiz Arslan ve Özel Kalem Müdürü Tevfik Ertürk’ün de bulunduğu bir toplantı yaptık. Dr. Arslan, özellikle uçakta bulunan tıbbi donanımı çok beğenmişti. Özal, uçak seçim konusunda, yakında teknik bir heyeti Amerika’ya göndereceğini ve benimle mutlaka görüşmelerini sağlayacağını söyledi. Toplantının sonunda çok istediğim bir konuya daha değindim. NASM’da çok geniş bir I. Dünya Savaşı havacılığı bölümü vardı.
Savaşa katılan tüm ülkelerin havacılıkla ilgili bir çok tarihi eseri olmasına karşın, Türkiye’den hiç bir şey yoktu. Amacım, Türkiye’den de bir katkıda bulunmaktı. Bana bu konuda destek olmasını rica ettim. “Olmaz böyle şey, tabii bizi de temsil edecek bir şeyler olması lazım. Ben derhal, Şükrü Bey’e (Amerika Büyük Elçimiz Şükrü Elekdağ) gereken emirleri veririm sana yardımcı olurlar. Ben de Türkiye’den destek olurum” dedi. Ertesi gün Continental Airlines’a ait bir MD-82’nin first class’ında birlikte Houston’dan New York’a uçarken, konuları bir kere daha gözden geçirdik ve NASM’da Türk havacılığının nasıl temsil edileceğine dair konuştuk.
İki hafta sonra Ahmet Selçuk başkanlığında bir heyet eşleri ile birlikte Washington’a geldi ve otele yerleşti. Biz de tüm ekip aynı otele yerleştik. Yapacağımız toplantı için otelin konferans salonunu kiraladık. Larry Morrison ve Ed Freeland’ da otele geldi. Heyetin, uçakları görmek istemeleri durumunda 24 saat içerisinde 747SP, Kansas City’de, 707’de Miami’de incelemeye hazır olabilecekti. İşin ilginç yanı Gulfstream ekibi de aynı otelde kalıyordu.
Toplantı günü sabah, kendi gurubumuzla otel lobisinde bir araya gelip son detayları görüşürken, Türk heyetinin eşlerinin kapıda bekleyen Gulfstream limuzinlerine binerek otelden ayrıldıkları dikkatimizi çekmişti…
Ahmet Selçuk ve heyeti ile toplantı üç – dört saat sürmüş oldukça başarılı geçmişti. Tüm raporlar dikkatlice incelenmiş, sorular sorulmuştu. Herhangi bir teknik konuda soruları varsa, teknik elemanlarımızın otelde olduğunu, görüştürebileceğimizi, uçakları görmek isterlerse derhal ayarlayabileceğimi söyledim, gerek görmediler. Selçuk, bu iş için ne ücret istediğimizi sordu. Türk hükümetinden ya da THY’den bir ücret talebimiz olmadığını söyledim.
Toplantı sonunda, ayrılırken Ahmet Selçuk çalışmamızdan dolayı teşekkür edip, sağ eliyle elimi sıkarken, sol eliyle omuzumu sıvazlayarak “Ülkemizin, sizler gibi, dinamik, bilgili ve ülkesini seven gençlere ihtiyacı var…” dedi, ayrıldık.
Akşam üzeri yine lobide gurubumuzla toplanıp günün analizini yaparken, Türk heyetinin eşlerinin Gulfstream limuzinlerinden indiklerini gördük, elleri alış veriş torbaları ile doluydu. Torbalarda, “Savannah” adresleri dikkatimizi çekmişti. “Savannah” yaklaşık 900 kilometre uzakta, Gulfstream’in genel merkezi ve fabrikasının bulunduğu Georgia eyaletinde bir şehirdi…
“Turkish Government One” cephesi
1985 yılı sonunda iki adet Gulfstream 4 alınması için anlaşma yapıldığı haberini aldık. Yıllar boyu Devletin filosuna daha bir çok Gulfstream ve Cessna Citation’lar (ve bir Airbus A319CJ) katıldı.
Ancak günümüze dek tüm Başbakan ve Cumhurbaşkanları, yine basın mensupları ve iş adamları ile yaptıkları tüm uluslararası gezilerinde THY uçaklarını kullanmaya devam etti.
Ayrıca, Özal’ın isteğine uygun, Gulfstream’ler için çizdirdiğimiz iç tasarım planlarının kullanılıp kullanılmadığını hiç bir zaman öğrenemedim.
Türk Hava Yolları cephesi
Yılmaz Oral’dan bir daha hiç bir haber almadık. 1987 yılı başında, THY’nin iki adet Boeing 747 kiralayacağı söylentileri çıkmasına karşın, Mart ayında Oral, gazetecilerin sorularını yanıtlarken, 747’lerle ilgilendiklerini ancak THY’nin yeterli altyapıya sahip olmaması nedeniyle o sıralarda bunun olanak dışı olduğunu söylemişti.
THY, yeni teslim aldığı A310-304 uçakları ile Brüksel duraklı New York uçuşlarına Ağustos 1988’de başladı. 1993 yılında bu seferler A340-313X uçakları ile duraksız olarak yapılmaya başladı. Seyahat acentemiz, THY’nin Amerika’da en çok satış yapan acenteleri arasında yerini aldı. Yıllar sonra, 2012 yılında Gökhan Sarıgöl’ün Ahmet Selçuk’la yaptığı bir konuşmada, Selçuk, Özal’ın 747SP fikrini gerçekten beğendiğini söylemişti.
1. Dünya Savaşı Türk Havacılığı cephesinde ise zafer kazanmıştım.
Washington, Hava ve Savunma Ataşemiz Hava Tuğgeneral Vural Avar ve Yeşilköy Hava Müzesi kurucularından Tümgeneral Ahmet Çörekçi, Albay Işık Düven ve Albay Şükrü Çağlayan’ın yardımları ve Başbakan Özal’ın desteği ile, Türk havacılığının 1. Dünya Savaşı dönemine ait, iki komple havacı üniforması, bir uçuş üniforması ve bir dizi tarihi resimden oluşan koleksiyon, 15 Haziran 1986 günü Türk Hava Kuvvetlerine ait bir C-130 ile Washington’daki Andrews Hava Üssüne geldi.
5 Eylül 1986 günü, tüm masraflarını cebimden yaptığım, yemeklerini, Türk mutfağını yıllardır Amerika’da temsil eden Nizam’s Restorandan getirttiğim, aralarında NASM direktörleri, Büyükelçimiz Şükrü Elekdağ, Askeri Ataşemiz Vural Avar’ında bulunduğu 100’e yakın Türk ve Amerikalı davetlinin katıldığı bir resepsiyonla NASM müzesine bağışlanmasını gerçekleştirdim…
(Not: Bu anımı, Şubat 1990’da Türkiye’de geçirdiği bir trafik kazasında kaybettiğim eşim Nebahat Hürtürk’e, Nisan 1993’te kaybettiğimiz değerli Başbakanımız ve Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’a, Nisan 2006’da uykusunda yakalandığı diyabet krizinden kurtulamayarak yaşamını yitiren Peter Black’a ve bu konuyla ilgisi olmayan bir nedenle 2009 yılında intihar eden değerli Doktor İsmet Karacan’a adıyorum. Kıvanç Hürtürk, 2012)