Fiji, Pasifik Okyanusu’nun güney kesiminde bulunan küçük bir ada ülkesi.
300 civarında adacıktan oluşan ve adeta cennetten bir köşe olan, 900.000 kişinin yaşadığı ülkenin yüzölçümü yaklaşık 18.000 km².
Adaların okyanus üzerinde yayıldığı alan ise 1 milyon km²’yi aşıyor.
Yılda 2 milyon yolcuya ev sahipliği yapan ve ülkenin en büyük meydanı niteliğindeki Nadi Havalimanı’na 15 civarında havayolu sefer düzenliyor.
İşin ilginç tarafı, dünyanın gelişmiş bölgelerine son derece uzak bir noktada bulunan Fiji, havacılık sektörünü derinden etkileyen bir teknolojinin kullanımı konusunda ilk adımın atıldığı yer olma özelliğini taşıyor.
Fiji hava sahası, GPS (Global Positioning System) adı verilen küresel konumlandırma sisteminin, yolcu uçakları için uygulanmaya başlandığı ilk yer.
Kısaca hatırlatmak gerekirse; ABD tarafından askerî amaçlı kullanım için geliştirilen GPS projesi, 1978 yılında başlatılmıştı.
15 yılda tamamlanması hedeflenen proje kapsamında 24 adet uydunun dünya yörüngesine yerleştirilmesi planlanmıştı.
1990 yılının sonuna gelindiğinde yörüngede 16 GPS uydusu bulunuyordu ve dünyanın çok büyük bir bölümü kapsam altına alınmıştı.
Bu arada, 1 Eylül 1983 tarihinde Sovyetler Birliği’ne ait savaş uçaklarının, rotasından sapan bir Korean Air uçağını düşürmesi, GPS’in sivil uçaklar için de kullanılmasını gündeme getirmişti.
Fiji’nin çok geniş bir alana yayılmış olması, GPS’in sivil uçaklarda denenmesi için iyi bir fırsat olarak değerlendirildi.
Yüzlerce adayı kapsayacak bir radar sistemi kurmak yerine, Fiji Airways’in filosundaki az sayıdaki uçağa GPS ekipmanı takmak çok daha pratik ve ucuz olacaktı.
Bu fikri hayata geçirmek amacıyla Fiji, ABD’ye başvurarak bu konuda gönüllü olmak istediğini bildirdi.
Deniz, okyanus, dağlar, tropik hava şartları, uzun mesafeli rotalar gibi farklı pek çok unsuru bir arada bulunduran Fiji hava sahası, GPS’i denemek için adeta biçilmiş kaftandı.
Fiji’nin bu teklifi ABD tarafında kabul gördü.
Denemeler, Amerikan Havacılık Kurumu FAA tarafından finanse edildi ve gerekli ekipman ve teknik destek sağlandı.
Bunun karşılığında, denemeler boyunca toplanan veriler FAA’e aktarıldı.
Sistemin devreye alınması bir yıldan fazla sürdü.
Gerekli teknik aletlerin yerleştirilmesinin yanı sıra, yeni rotalar çizildi, bu rotalara ilişkin planlar hazırlandı ve pilotlar ve hava trafik kontrol memurları eğitildi.
ABD’nin 1978 yılında başlattığı GPS projesinin yirmi dördüncü ve son uydusu 1993’ün bitişine doğru yörüngeye yerleştirildi.
1994 yılının Nisan ayında ise Fiji, hava seyrüsefer (navigasyon) sistemini GPS’e entegre eden ilk ülke olarak tarihe geçti.
GPS’in sivil uçaklarda kullanılması sayesinde seyrüsefer işlemleri çok daha hassas bir biçimde yapılabilir hale geldi.
Uçakların birbirlerini takip mesafesi azaltıldı. Rotalar arasındaki irtifalar düşürüldü. Ayrıca iki nokta arasındaki bir rota nispeten daha düz bir biçimde takip edilebilir olduğundan, uçuş süreleri kısaldı.
GPS’in bu faydaları hem hava trafik kapasitesinin ciddi bir biçimde artmasını hem de uçakların akaryakıt tasarrufu yapmasını sağladı.
ICAO tarafından 1996 yılında hazırlanan bir rapora göre, uçaklara yerleştirilen GPS cihazlarının masrafı, üç ay gibi kısa bir süre içerisinde akaryakıttan elde edilen tasarruf sayesinde karşılandı.
Neticede Fiji, yeni bir teknolojinin kullanılmasında gönüllü olarak, sivil havacılığın gelişiminde az bilinen bir rolü oynamış oldu.
Öte yandan GPS günümüzde artık, uyurken dahi yanımızdan ayırmadığımız cep telefonlarımız sayesinde hayatımızın her noktasına girmiş durumda.