Bundan bir buçuk yıl kadar önce okuduğum bir makalede havalimanlarının gelişimi şu şekilde özetleniyordu:
- 1960’ler: Hava istasyonu
- 1970’ler: Alışveriş merkezi
- 1980’ler: Ticaret merkezi
- 1990’lar: Eğlence merkezi
2000’lerde ne olduğu ise biraz meçhul.
11 Eylül olayı ile birlikte bir gerilim alanına dönen havalimanları, son bir kaç senedir nispeten kendine gelir gibi oldu.
Belki de uzunca bir dönem yaşanan gerginlik sebebiyle son yıllarda havalimanları, yolcuları rahatlatacak bir tarzda yeniden tasarlanıyor.
Naked Airport adlı kitap, havalimanlarının geçirdiği evrimi öğrenmek isteyenler için çok faydalı olabilir.
Toprak zeminli ve neredeyse herkesin girebildiği bir saha olan havalimanlarının, zaman içerisinde nasıl evrilerek dikenli tellerle çevrili, ilgili kişiler dışında kimsenin giremediği steril bir mekana dönüştüğünü bu kitapta bulmak mümkün.
Yine bu kitaptaki bir başka ilgi çekici ayrıntı ise New York’un JFK havalimanı hakkında.
“Catch Me, If You Can” adlı filmde, baş rol oyuncusunun içinden geçtiği bir hayli sıra dışı bir havalimanı terminali dikkat çekiyordu. Bu ortamın film için özel olarak üretildiği zannedilebilir fakat durum çok farklı.
Filmde dikkatleri çeken o terminal havayolu sektörü içindeki herkes tarafından bilinen ünlü TWA Uçuş Merkezi‘dir.
JFK havalimanının beşinci terminali olan bu mekan, Fin asıllı Amerikalı ünlü mimar Eero Saarinen tarafından tasarlanarak 1962 yılında hizmete girmiştir.
Havayolu seyahatinin daha ziyade zenginlere ve seçkinlere hitap ettiği o dönemlerin belki de zirve noktası olan bu terminal, kanatlarını açmış bir kuştan öykünen sıra dışı mimarisiyle gerçekten göz alıyor.
TWA’in 2001 yılında göklere veda etmesinin ardından uzunca bir süre atıl vaziyette kalan bu ünlü ve sıra dışı terminal, JFK merkezli olarak başarılı bir uçuş operasyonu sürdüren JetBlue’nun ihtiyaçları doğrultusunda yenilenerek 22 Ekim 2008 tarihinde yeniden hizmete girdi.
Bu tarihi eseri yeniden yolcuların hizmetine sokan Jet Blue, yeni terminali ile gurur duyuyor olmalı.